27 Şubat 2010 Cumartesi

Karadeniz Ereglim...

Kentte hava soguk. Lapa lapa kar yagiyordu ama aldigim hava raporuna gore bitecek idi birazdan. Yillar boyu bu kucuk kasabadaki hava kosullari ile ilgili bir suru hikayeler dinlemistim. Ama bugun bunlardan birine bile inanmak icimden gelmiyordu. "Nerdesin kar firtinasi, oyle lapa lapa yagip durmak sana yakismaz."



Kent ufak bir kent idi, Eregli olculerine gore kucucuk bir kent. 7 sene akip gitti bu kucuk kasabada. Havasindan midir? yoksa dogasindan mi? Cok alistim buraya. Tahminen, onceki yasantimda Anadoluda bir irgat olan ben, bu yasantimda benim buraya alismami saglamisti. Yada memleketim bir il degildi ondan cok yabancilik cekmedim burada.

Memleket gibisi yoktu ama memleket nedemek idi? Insanin dogup buyudugu yer mi... Peki 81+18=eregli, 99+4=istanbul, 03+7=kent. Tuhaf bir hesaplama sekli ama, aslinda matematik her derde deva. Simdi guzel ereglim memleketim ise, bu hayat denen uzun yolda mola verdigim yerler mi diyecegim Istanbul, ve Kente. Yada, "Turkuz biz, gocebe yasariz." mi denir? En son bir yerde okumustum memleketi; bir yer kasaba sehir degildir senin insanlarinin oldugu, bulundugu yerdir deniyordu. Yada ben bunu böyle yorumlamak istedim. Memleket senin bütün benliginle ait olduguna inandigin, ruhunda hissettigin yer dedim. O halde nereliydim ben? su anda bulundugum yerli degildim, orali olmak istemiyordum, ruhum, düsüncelerim denizler üzerineydi, yersiz yurtsuz masmavi deniz kiyisinda bir küçücük sahil kasabaliydim, ve orasi Karadeniz Eregli idi.



Hasan Kuru pide istiyordu canim, sahilde gozleme, pasamda kebap, kadi tarlasi-lojmanlar arasi minibus seferleri... New York steak, eyalet kurallari, 6 ay kar yada Inglizcve yayinlanan TV kanallari olmasin bugun. Bir onceki blog kayitim da kalmisti aklim belki de...

Dedim ya; benim memleketim, benim insanlarimin oldugu yer... ben gibi benim insanlarim.

23 Şubat 2010 Salı

Tik, tak, tik, tak...

Su akrep ile yelkovani bir hisimda geriye sarsam, 90 lara bir donus yapsam, sarkilar turkuler shakisam, eski kucuk kentin dostlariyla takilsam, sacimdaki aklardan kurtulsam, yetiskinler dunyasina adim atma adina yazdigim sarkilari tek, tek yaksam.

Sevgili Evren, yasin dayandi 30'a
Buraya ilk geldigin gunu hatirlarmisin?
Cocukluk gunlerini gectin
Hayatin uzun yolunu sectin

Annenin kucaginda oturur, gulumserdin sen
Cok yaramaz bi cocuktun, ama cok da sevimliydin sen
Okula basladin dun hevesle
Okuyup bitirdin bir nefeste

Genc yasta muzige kabiliyetliydin
Toplantilarda, gezilerde, kamplarda la, la, la
Okul orkestrasiyla saraya davetliydin
Ne guzel soylerdin sen.

Uyku tulumlarini attim.
toplantilar artik sadece kariyer icin
Sirt cantan ve gitarin da yok
"Hayatin; mahkum edildigin o rezil televizyon dizilerine benzesin" demiyorum ama
Lost seyredip de bu hayatta LOST OLMA, hatirlatiyorum.

Offf... Iste boyle, anladinizmi? Anlamadiysaniz yardimci olayim ve anlayanlarda bana yardimci olsun. Hani bazen bir an gelir eskileri hatirlarsiniz ya, boyle bos bos bakarsiniz ekrana, akliniza geleni dokersiniz yani basinizda buldugunuz ama genelde sadece davetlerde kullandiginiz peceteye. Iste durum o durum, sene 2010 pecete yerini bu bloglara birakmis, size kusmus bir durumda. Zaman ne cabuk geciyor diye klasik bir cumle vardirya, iste o cumleyi hakikatten o zamanlar gecene kadar tam olarak anlayamiyorsunuz. TAAKI, gecip gidene kadar...

Subatin sonu gelmis de, ne ara gelmis anlayamadim. Blogcuguma ne kadar uzak kalmisim meger. Yahu subat, insan bi haber verir, "ben geldim, gidiyorum" der. Oldu mu simdi... Halbuki cok ozel bir aysin sen. Bazen 28, bazen 29... ne cekecegin belli olmayan bir ay :)Mart ayini bekletirsin hep bu kararsiz davranislarin yuzunden. ortaya da koymussun sefkililer gununu, ohhh keyfin gicir. Millete e ispiyonluyormussun Mart ayini. "Mart kapidan baktirir, kazma, kurek yaktirir." diye avazin ciktigi kadar bagiriyormussun. Oldu mu simdi yakisti mi sana... Sen gel yagdir karlari sonra Mart'a at sucu.

21 Ocak 2010 Perşembe

Back in Kent

Istanbul geride kaldi...

Yok artik Taksim les burgeri, bursa iskenderi, inci profiterolu, culture capital of europe u. Artik 5 ay kar beyaz kent manzarasi, steak house lari, cin restoranti ve guzelim kent state i ile KENT var..

Bu satirlari yazarken 3 gundur internet olmayisinin verdigi bir sinir harbi ile yaziyorum. Ehhh Time warner, insallah bigun seninde cukunu keserler benim interneti kestigin gibi.

Zaman darliyo, volkan iceriden bagiriyo, onur asagida bekliyo... Turnuva zamani.

PS| Aksam cavs-lakers maci var, haydi rastgele.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Hoşgeldin 2010...

13 Ocak, 2010...

Saat 11.30....

Yer, can dostum Fatih'in Istanbulda ki dairesi...

Adam, bu sessiz kasabada buluvermişti kendini. Başına neler geldiğinden habersiz bir sis bulutunun içinde kayboldu.... WHAT THE...

Yahu, ne diyorum ben. İnsan bloguna böyle mi başlar.

DÜZELTME

13 Ocak, 2010

Hep merak etmişimdir. Roman yazarları yada şairler bir yazıya başladığında nereden bulurlar okuyucuları kendilerine çekecek betimlemeleri, tasvirleri, sıfatları... Hayal gücümüdür? Yoksa senelerin verdiği bir deneyim mi? Belki bir yazılımdır literatürdeki en can alıcı kelimeleri kullanan.

Stephan King'in "O" (it) adlı romanını okuduğumda kaç gece kabus görmüştüm. Daha ilk satırlarında kurgulamadaki ustalığı beni o kadar etkilemişti ki King'in bir insan olmadığı ve hatta bu dünyada yaşamadığına inanıyordum (sene 88'). Nereden ve nasıl bu kadar etkileyici olabiliyordu bir yazı. Kesin dünya dışı varlıkların bir işi idi bu. Cahit Sıtkı Tarancı, "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder" demiş ama nasıl bu kadar iyi anlatabilmiş bizleri. Seni de mi kaçırdı bu uzaylılar Cahıt ağabey....

Değerli okuyucum, şimdi diyeceksin bana "Ne saçmalıyorsun sen?". Dedim ya, bir yazıya başlamaktı tüm bunların nedeni... İçimdeki tuaf dürtülerin bir dışa vurumu belki de. Ne derseniz deyin, şöyle-böyle girdim bende bu blog alemine. Üstelik bu öyle bir giriş ki, kullandığım klavye Türkçe karakterler ile bağlarını koparmış, ecnebi olmuş, ama yinede ben pes etmiyorum, her seferinde yumuşak g ye basmak için parantez işaretine basmam gerektiğini unutsamda. Üstelik saat 12 oldu ve ben daha kahvaltı bile yapamadım, öyle bir heyecan bu işte.

Herşey biryana, ben hala Türkiyedeyim. En büyük heyecan bu olsa gerek ama dönüş vakti yaklaşıyor. Bir yandan puslu bir hüzün, biryandan da mutlu bir bekleyiş var. Koca bir sene daha geçti. Her sene olduğu gibi bu sene de piyango dan amorti bile çıkmadı. Bu satırları bitiriken, soğuk bir İstanbul gününe atıyorum kendimi. Eski alışkanlıkları tatmaya çıkıyorum tekrar. "Fatihhhhhh.........Olum hadi kalk, şu fırına gidelim. Canım acayip simit-ayran combosu çekti"