21 Ocak 2010 Perşembe

Back in Kent

Istanbul geride kaldi...

Yok artik Taksim les burgeri, bursa iskenderi, inci profiterolu, culture capital of europe u. Artik 5 ay kar beyaz kent manzarasi, steak house lari, cin restoranti ve guzelim kent state i ile KENT var..

Bu satirlari yazarken 3 gundur internet olmayisinin verdigi bir sinir harbi ile yaziyorum. Ehhh Time warner, insallah bigun seninde cukunu keserler benim interneti kestigin gibi.

Zaman darliyo, volkan iceriden bagiriyo, onur asagida bekliyo... Turnuva zamani.

PS| Aksam cavs-lakers maci var, haydi rastgele.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Hoşgeldin 2010...

13 Ocak, 2010...

Saat 11.30....

Yer, can dostum Fatih'in Istanbulda ki dairesi...

Adam, bu sessiz kasabada buluvermişti kendini. Başına neler geldiğinden habersiz bir sis bulutunun içinde kayboldu.... WHAT THE...

Yahu, ne diyorum ben. İnsan bloguna böyle mi başlar.

DÜZELTME

13 Ocak, 2010

Hep merak etmişimdir. Roman yazarları yada şairler bir yazıya başladığında nereden bulurlar okuyucuları kendilerine çekecek betimlemeleri, tasvirleri, sıfatları... Hayal gücümüdür? Yoksa senelerin verdiği bir deneyim mi? Belki bir yazılımdır literatürdeki en can alıcı kelimeleri kullanan.

Stephan King'in "O" (it) adlı romanını okuduğumda kaç gece kabus görmüştüm. Daha ilk satırlarında kurgulamadaki ustalığı beni o kadar etkilemişti ki King'in bir insan olmadığı ve hatta bu dünyada yaşamadığına inanıyordum (sene 88'). Nereden ve nasıl bu kadar etkileyici olabiliyordu bir yazı. Kesin dünya dışı varlıkların bir işi idi bu. Cahit Sıtkı Tarancı, "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder" demiş ama nasıl bu kadar iyi anlatabilmiş bizleri. Seni de mi kaçırdı bu uzaylılar Cahıt ağabey....

Değerli okuyucum, şimdi diyeceksin bana "Ne saçmalıyorsun sen?". Dedim ya, bir yazıya başlamaktı tüm bunların nedeni... İçimdeki tuaf dürtülerin bir dışa vurumu belki de. Ne derseniz deyin, şöyle-böyle girdim bende bu blog alemine. Üstelik bu öyle bir giriş ki, kullandığım klavye Türkçe karakterler ile bağlarını koparmış, ecnebi olmuş, ama yinede ben pes etmiyorum, her seferinde yumuşak g ye basmak için parantez işaretine basmam gerektiğini unutsamda. Üstelik saat 12 oldu ve ben daha kahvaltı bile yapamadım, öyle bir heyecan bu işte.

Herşey biryana, ben hala Türkiyedeyim. En büyük heyecan bu olsa gerek ama dönüş vakti yaklaşıyor. Bir yandan puslu bir hüzün, biryandan da mutlu bir bekleyiş var. Koca bir sene daha geçti. Her sene olduğu gibi bu sene de piyango dan amorti bile çıkmadı. Bu satırları bitiriken, soğuk bir İstanbul gününe atıyorum kendimi. Eski alışkanlıkları tatmaya çıkıyorum tekrar. "Fatihhhhhh.........Olum hadi kalk, şu fırına gidelim. Canım acayip simit-ayran combosu çekti"